Görmezden Gelinen


Bir trafiğin içinde sıkışmak; zengin, fakir, yaşlı, genç ayırt edilmeden sıkıştırılmak… Sonunda, sıcaktan bunalmış hamile bir kadını, yol çok uzun geldiği için sızlanan bir çocuğu, her yeri uyuştuğu için yolculuğu arabayı kullanan torununun burnundan getiren yaşlı bir amcayı, kolunda pahalı bir saat altında son model bir araba ve yanında güzel eşiyle ‘’klass’’ müzikler dinleyerek yolculuk eden İstanbul beyefendisini ve en önemlisi bulutların mavisini fark etmek … Ya da gücünü, kim olduğunu, sınırlarını fark etmek …
Saatlerdir aynı yolda milim milim ilerliyorum. Niye? Arabalar sıra halinde şehre giriyor. Kavuşma sırası başkalarında daha. Benimse daha çok yolum var. Bazen çizgi filmlerdeki gibi arabamın kanatları olsa da beklemekten kurtulayım, sevdiklerime ilk ben kavuşayım istiyorum. İstiyorum ki aynı zamanda kahraman olayım, farklı olayım ama hep haklı da ben olayım. Maalesef  her şey çizgi filmlerdeki  gibi olmuyor. Gücüm yetmiyor. Bir kişinin bile önüne geçemiyorum. Her kim olursa olsun ne kadar çabalasan da kimseyi geçmiyorsun. Önündeki gittiği, izin verdiği kadar gidebiliyorsun. Onun kapladığı alan bir kutu ya da bir buzdolabı kadar olsa da onun insan oluşu bir duvar gibi duruyor karşında. Seni özgür bıraksa da ne sağından ne solundan ne üstünden ne de ondan geçebilirsin. Kaç kaçabilirsen! Tek bir yol var gidecek: O dağlarda onarılmaz delikler açmak. Cesaret edenler vardır elbette. Hele ki o dağların ötelerindeki uçurumları görenler, görüp de pişman olup dönenler. Aklının birinde kalmasının rahatsız ediciliğine rağmen gitmek,onları üzüp gitmek, ya bir daha görme ihtimali olmadan gitmek. Yok insan o çizgi filmlerdeki kanatları istemiyor. O dağları istiyor. O  dağlara sığınmak; rüzgardan, yağmurdan, fırtınadan, kederden, beladan, kötü insanlardan, geçim derdinden kaçmak, korunmak istiyor. Sevdiği o küçük bedenlerin kokusundan güç almak ve dünyanın karşısına geçmek istiyor. Küçükken kahramanı olmak istediği toplumun canavarlarını büyüyerek gördükçe sadece kendi çocuklarını değil, tüm dünya çocuklarını da korumak istiyor. Onların her şeyi fark eden gözlerinden ama hiçbir şeyi umursamayan dünyalarından istiyor. Yok o kadarını da istemiyor. Farkındalık lazım artık. Gökyüzünün izlenmesi gereken maviliği, betonların  altında kalan yeşilliği ya da bayram sabahı giyilen o elbisenin kırmızılığı gibi küçücük elleriyle sanayide çalıştırılan o küçük çocuğun gözlerinin maviliği, sokakta oynarken kaçırılıp öldürülen çocuğun minik tabutun üstündeki örtünün yeşilliği ya da daha kız erkek ayrımına dahi varamadan sırf para için evlendirilen o küçücük kızın gelinliğinin kırmızılığı artık fark edilmeli. Ezilen, okutulmayan, tüm gün çalıştırılan çocukları görmekle  başlamalıyız. Bir çocuğun gözünde güven verici her şeyden yoksun bir duvar gibiyiz, sadece soğuk ve ruhsuz.Onların önündeyiz belki korkusuz ve güçlüyüz ama hiçbiri arkamızdan dahi gelmiyor. Biz belki de hiçbirinin güvenini kazanamamışızdır. Belki onların en ihtiyacı olduğu zamanda susmuşuzdur. Belki de bu yüzden kaçıyorlardır, kötülüklerle dolu karanlık sokakları sırf bizden korkup kaçtıkları için bu kadar benimsemişlerdir. Hele ki kötülükleri görüp de geri dönememeleri  belki aramızdaki uçurumlardandır. Ya onları sırf güçsüz ve korkak gördüğümüzden ya da hepsine değersizmişler gibi davrandığımızdansa  kırgınlıkları.
Onlar her nerede olurlarsa olsunlar biz izin verdikçe ilerleyecekler. Biz onlara güzel birer örnek oldukça güzel işler başaracaklar. Hiçbir zaman unutulmamalıdır ki kafesteki bir farenin en büyük başarısı kafesten kaçması olacaktır. Dilerim ki o kafesin parmaklıkları olmak hiç kimseye nasip olmasın. Hepimizin onlara hak ettiği değeri vermesi dileğiyle…

Yazar: Mavi Alakarga


0 yorum:

Yorum Gönder

Popular Posts